Ormanın Kalbindeki Işık

Bir varmış bir yokmuş…
Uzakların da ötesinde, rüzgârların fısıldadığı kadim bir orman varmış. Bu ormanın kalbinde, çiçeklerle bezeli küçük bir kulübede, Liora adında bir kız yaşarmış. Liora’nın gözleri doğanın sırlarını görebilir, kulağı ise ağaçların anlattığı hikâyeleri işitebilirmiş. Hayvanlar ona sırdaş, rüzgâr ona yoldaşmış.

Bir sabah, Liora uyanır uyanmaz ormanın içinde yabancı bir ışık fark etmiş. Yoğun sisin arasından dans eden bu ışık, onu derinlere çağırmış. Merakına yenik düşen Liora, dostları sincap, baykuş ve küçük tilkisini yanına alarak yola koyulmuş. Her adımda orman daha da büyülü bir hâl almış; çiçekler usulca eğilip ona selam vermiş, yapraklar arasından renkli kelebekler süzülmüş.

Kıvrımlı bir patikadan geçerken dev bir çiçekli geçit bulmuşlar. Çiçekler fısıltılarla onlara yol göstermiş. Sonunda, yüzü olan ve yavaşça konuşan yaşlı bir meşe ağacıyla karşılaşmışlar. Ağaç, Liora’ya “İçindeki ışığı bulursan, orman sonsuza dek korunacak,” demiş.

Liora, şelalenin ardındaki gizli bir mağaraya ulaşmış. Orada, gökyüzüne kadar yükselen dev bir ağacın köklerine dokunmuş. Bir anda etrafını ışıklı orman ruhları sarmış. Onlar, Liora’nın kalbinin zaten bir ışıkla dolu olduğunu hatırlatmış.

O anda Liora’nın içinden saf bir ışık yükselmiş; ormanın en karanlık köşeleri bile aydınlanmış. Kuşlar şarkı söylemiş, çiçekler rengârenk açmış. Ormanın ruhu yeniden doğmuş.

Ve o günden sonra, Liora’nın ismi ormanın efsanesine karışmış. Ne zaman sabah sisinin içinden bir ışık doğsa, bilirlermiş ki Liora hâlâ ormanın kalbinde yaşıyor